Gizemli Bir Aşk Hikayesi
Bir gönül,
bir sevda, bir şahsiyet, bir aşk, bir adam, bir yazar, bir şair ve fikir adamı.
Evet, bir şair, Abdurrahim Karakoç. Geçen sene olduğu gibi bu sene de Türk
Edebiyatı dersinden bir yazarın hayatını ödev olarak aldık. Ben de Abdurrahim
Karakoç’u seçtim. Onu seçme nedenim, babam ondan çok bahsederdi bizlere, zaten
bilirdik bu adamı şiirlerini de dinlerdik lakin tam olarak hayat hikâyesini
bilmediğim için, öğrenmek istediğimden ötürü aldım. Hem bu sayede bir güzel adamın
daha hayatı hikâyesini öğrendim. Beğenilmeyecek gibi değil tabi bu adam da
şair, yani bunun beraberinde bir âşık!
-Hakkında
bahsedilen en güzel anılarından birini paylaşayım önce. Bir gün program çıkışında bir genç yaklaşmış Karakoç’a
demiş ki “Hocam bende şiir yazıyorum haddim değil ama bakar mısınız?” hocada
cevabını direk vermiş “Haddin değilse yazma.”-
Abdurrahim Karakoç
1932’de Kahramanmaraş’ta dünyaya gelmiştir. 2012’de ise Ankara’da yoğun bakımda
olduğu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde fani dünyaya gözlerini
yummuştur. Daha küçük yaşlardayken bile şiir ile iç içe olmuştur. Dedesi, babası
ve kardeşleri de kendisi gibi şairmiş zamanında. Elbette Karakoç da küçük yaşlarında
başlamıştı şiirleri kaleme dökmeye. İlk yazdığı şiirlerini sırf kendisi beğenmedi
diye 2 kitap hacim kadar olan bütün şiirlerini yaktı. 1958 yılından sonra
yazdıklarını “Hasan’a Mektuplar” adı altında 10.000 adet bastırdı ve erken
sürede bitince 2. baskısı da peşi sıra geldi.
Kararlı bir
adamdı davasında. Türk-İslam davasıydı. 27 Mayıs darbesine de sessiz kalamadı
ve “Demokrasi Maskaralığı” adlı hiciv şiirini yazdı. Elbette bu suçtu, hakkında
birçok dava açıldı ve hepsinden beraat etti.
Aynı zamanda hiçbir zaman avukat tutmadı, hakkını da her daim savundu,
tıpkı vatanını savunduğu gibi. Bir sonraki darbeye, yani 80 darbesine kadar
memur olarak vazife aldı. Sonrasında ise şiire geri döndü ve Türkiye o yıllarda
“Mihriban” şiiri ile tanıştı.
Mihriban
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Daha nice
güzel satırlar..
Bir hikâyesi
var mıdır yok mudur kimse bilmiyor, üstat tabi kimseye söylememiş. Bu konu
hakkında Serdar Tuncer en çok bilgiyi kapmış olsa gerek. Bir programda
anlatıyor Serdar Tuncer:
Bir sahur programıma konuk gelmişti Karakoç. Program
çıkışı hocama dedim hocam evinize kadar ben bırakayım diye. Hoca da olur tabii
dedi. Arabaya bindik gidiyoruz, benim derdim Mihriban’ın hikayesini sormak.
Ramazandayız tabi hoca da oruçlu, keyifli güzelce gidiyoruz. Böyle en şirin yüz
ifademi takınarak hocam dedim “Bu Mihriban’ı niye yazdınız? Kime yazdınız?” hoca da cevaben “Valla kimseye söylemedim sana
da söylemem. Ama şu kadarını bil yeter. Çok sevdim, çok sevdi şimdi hayatta
mıdır değil midir bilmem. Aradan geçmiş 50 sene. O başka şehirde yaşardı, ben
başka bir şehirde. Görüşemezdik. O bana mektuplar yazardı ama ben ona
yazamazdım. Elin kızının evine mektup mu gönderilirdi, ayıptı. Yaşadığı şehirde
gazete çıkardı ben o gazeteye şiirler yazardım hep. Herkes şiir diye okurdu da Mihriban
bilirdi onlar kendisine mektuptu.”
Abdülhak Hamit Tarhan, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan sonra
böyle güzel bir yazarın hayatını öğrenmiş olmak benim hayatımda hep avantaj olacak. Gönlünüz
güzel kalsın.
Yorumlar
Yorum Gönder